27.9.18

Duygu Yazıcıoğlu: Hepiniz eniştesiniz!


4 Enişte 1 Cenaze adlı kitabı ile birlikte eşsiz mizahıyla tanıştığımız Duygu Yazıcıoğlu'yla çok eğlenceli bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifle okuyacağınıza eminiz...

Roman uzayın derinliklerinden yola çıkıp, Ordu’nun paralel ve meridyenlerine odaklanarak başlıyor. Hemşehricilik gibi lokal bir konuyu neden bu kadar geniş bir perspektiften gördünüz? 

Uzaydan bakınca Ordu gibi görünmüyor.

Soruya dönersek 😊

Aslında neden uzaydan baktığımı anlatayım. Cosmos belgeselini izlerken çok etkilenmiştim. Çok acayip bir dünyaya dalıyorsun. Bilmediğim birçok şey öğrendim. Carl Sagan’ın sesi falan da çok karizmatik. Adam anlatıyor; evren nasıl bir şey, uzay nasıl bir mucizeler ve mükemmellikler silsilesi. O zaman Kadıköy’de oturuyorduk. Ertesi sabah kalktım. Düşündüm. Sonsuzluğu, kuantum fiziğini, varlık dediğimiz şeyin evrendeki anlamı vs. Sonra dışarı çıktım. Alüminyum doğrama bir pencere gördüm. Sonra çevredeki her yere o gözle baktım. Plastik çerçeveler, alüminyum doğramalar… Ya bu mükemmelliğe bunu mu kattık, bunu mu takdim ettik evrene? Ama bu saniyelik bir düşünceydi.
Sonra bundan kısa bir süre sonra, bir akraba toplantısında, hüzünlü bir ortamda oturuyoruz. O ortamda bir akrabamız ortaya çıkıp, “bu koltuklar da güzel ama çekyat şart” diyerek alakasız bir yerden söz açtı. Orada o saniyelik düşünce tekrar aklıma geldi. Kabloları birleştirdim. İşte bu eniştelik dedim.
Bütün bu sonsuzluğun ve bilimselliğin içinde bu muazzam şeye ne kattık sorusuyla yola çıktım.

Son derece analitik bir yaklaşımla, toplam enişte sayısı üzerine bir hesap yapmışsınız romanda. Bu hesaba göre ülke sınırlarındaki neredeyse tüm erkeklere “hepiniz eniştesiniz” diyorsunuz.

Evet, aynen öyle diyorum.

Bu durumda biz bir “enişte toplumu” oluyoruz. Sizce bir enişte toplumunun en önemli özellikleri neler?

Öncelikle TÜİK verileri doğru, gerçekten merak ettim. Önce kaç tane enişte var diye baktım. Böyle bir çalışma maalesef yok. Bu kadar enişte olduğuna göre bir araştırması vardır diye düşündüm.

Sizce eniştelerin kayıt altına alınması gerekiyor mu?

Öyle bir şey demeyelim tabi ama kaç enişte var diye bakınca bulamıyorsun sonuçta. Buradan bir şey çıkmayınca kendi matematiğimi kurdum. En azından kaç adam evlenmiş ona bakabilirdim. Çünkü evli erkeklerin aslında hepsi enişte. Yani evlendiği kadının kardeşi, kuzeni falan olmasa bile en yakın arkadaşı vardır, onlar da ona enişte diyebilir. O yüzden evli olan bütün erkekler enişte gibi bir hesapla bu sonuca gittim. Ama baktığında milyonlarca enişte var. Var ama; niye var? Biz neden enişte diye bir akrabaya ihtiyaç duyuyoruz? Mesele bu.

Böyle bir toplumun sevilecek ve sevilmeyecek yönleri neler?

Ben hâlâ şuradayım. Benim teyzemin eşinin bana ne katması gerekiyor? Biz neden toplum olarak eniştelerden bir şey bekliyoruz. Enişte bana neden bir şey getirsin. Teyzeme, ablama, eniştemle mutluluklar dilerim ama ben kendisiyle ilgilenmiyorum. Arkadaş olabiliriz mesela iyi bir insansa. Enişte diye insan ayıracak biri değilim ama beni ilgilendirmiyor.

Sizce neden enişte diye bir akraba icat etmişiz?

Çünkü akraba hayatı, akrabalık bizde çok önemli. Elti, görümce… Neredeyse en alakasız; amcanın amcasının, dayısının, teyzesine isim bulacaklar. Bir de bu kadar çok isim üretince karıştırıyorsun. Görümcesine elti diyen insan dolu. Bunu benimseyen için de zor.

Anne babadan başlıyor, görümceye kaynataya kadar gidiyor. Size yetki verildi ve sadece üç akraba türüne isim verilecek dense, hangi üçünü koruma altına alırdınız?

Anne babayı sayıyor muyuz?

Tabii. İsmiyle de hitap edebilirsiniz sonuçta.

O zaman 1 enişte. Bunun dışında elti çok önemli. Son olarak da bacanak. Enişteler yalnız kalmasın.

Bir tarafta toplumun en geleneksel kurumu hemşehri dernekleri, diğer tarafta en modern yapıları reklam ajansları var. Sizin hikayenizde bu iki kuruma da yer var. Nerede ortaklaştılar da bir hikayede buluştular?

Ajans insanı kafası çalışan, entelektüel birikimi az ya da çok ama toplumun geneline göre iyi durumda olan, hayattan bir takım beklentileri olan insanları temsil ediyor. Ne bileyim seyahat etsin, okusun, yesin, içsin. Diğerleri ise onun önüne konan engel gibiler. Hayatında olmamasını istediği ne varsa orada. Zaten Yartu da edilgen bir insan. Hemşehri derneklerinin yarattığı kültüre maruz kalıyor. Aslında dominant olan enişteleri ve onların ürettiği kültür. Bunun içinde hemşehricilik de var, dernekçilik de. Ama bir yandan konsey var. O ajansın daha üst kademeleri, sektörün gerçekleri.
Ortak noktalar var ama iki ayrı dünyanın arasında sıkışmış insanlar var.
Ben de öyle biriyim. Benim jenerasyonum ve benden bir önceki kuşağın böyle bir gerçekle yaşadığını düşünüyorum. Reklam sektörü, medyanın özelleştirilmesi gibi durumların arkasında iletişim sektörü geniş bir istihdam sağladı. İnsanlarını da dönüştürdü. İyi eğitim aldılar, burada çalışan insanlar. Ama aileler, 7 göbek İstanbullular dışında hep Anadolu’dan. Dolayısıyla ilk dönüşüme uğrayanlar bizleriz. O yüzden de çok normal bir şekilde o iki hayat arasında bir bocalama yaşadık.

Kariyerinizin tamamında ajanslarda çalışmadınız. Çalışmaya başlamadan önce kafanızdaki ajans nasıl bir yerdi, ajansı tanıdıktan sonra gördüğünüz şey ne oldu?

Ajansta çalışmam şans eseri oldu. Çok mesaiye kaldıklarını, haftasonları çalıştıklarını biliyordum. Ama bir yandan çok da havalı görünüyordu. Bu düşündüğüm her şey de gerçekmiş. Gerçekten saçma bir şekilde kendini havalı hissediyorsun. Çünkü yaratıcı işler yapıyorsun, iyi ya da kötü. Ama yaratıcılık kelimeleri, havalı sunumlar, toplantılar. Hakikaten bir havaya giriyorsun. Yaratıcı bir iş yapmak zorundasın ama bir kritere bağlı olmadan değerlendiriliyor bu işler. “Bana geçmedi”, “ben beğenmedim” gibi kriterlerle revizyon alıp, güleryüzle karşılık veriyorsun. Zor bir tarafı da var.

Romanda ajans insanlarının başka türlü hissederken başka türlü davrandıklarının altını çiziyorsunuz sanki?

Aslında öyle değil. Ama şöyle bir şey var. Ajans insanları birbirine fazlasıyla benziyor. Ajansa girip oturduğumda çoğunun giyim kuşam, hâl tavır ve konuşma olarak birbirine çok benzediğini görünce, hatta konuştukları konular, izledikleri diziler aynı olunca, “acaba bu kurallara uymayana bir ceza falan mı veriliyor” diye düşündüm. Kitaptaki konsey de cezalandırma yöntemleri de oradan geliyor.

Ana karakterlerinizden Buhara Dal bir alfa enişte. Bir eniştenin alfa seviyesine gelmesi için ne gibi modifikasyonlar gerekiyor?

Bir kere çekyat şart. Evinde çekyatı olacak. Bıyıklı olması iyi olur. Mangal yapmayı sevsin ama o telli mangallardan. Barbekü olmayacak. Yerli ve milli mangal olacak. Aracı olacak ama ticari aracı olacak. Ticarisi yoksa küçük enişte olur. Bir de sonsuz ahkam kesme kapasitesi olması lazım. Böyle bir insan görürseniz, işte o alfa eniştedir.

Erkeğin gözünden kadın yazar olarak hikaye yazdınız. Türkiye’de metropol hayatı süren genç bir erkeğin gözünden nasıl bir hayat görüyorsunuz?

Çok zor bir hayatın içinde. Çok şey bekleniyor. Ataerkil düzenin kadına zarar verdiği gibi, erkeğin omzuna bindirdiği yükle erkeği de çok zorladığını düşünüyorum. Ayakları üstünde duracak, evlenecek, gerekirse karısı çalışmayabilir ama eve o para getirmeli. Hatta mümkünse çok getirmeli. Çok güçlü olmalı, ağlamamalı. Zor bir hayat. En az kadınlarınki kadar zor.